Gökçeada Nasıl Bir Ada? Gücün, Kimliğin ve Vatandaşlığın Kesişiminde Bir Toplumsal Laboratuvar
Bir siyaset bilimci olarak her zaman şu soruyu sorarım: Bir mekân, toplumsal ilişkilerin aynası olabilir mi? Devletin, kurumların, bireylerin ve cinsiyetlerin güç ilişkilerinde nasıl konumlandığını anlamak için bazen büyük başkentlere değil, küçük adalara bakmak gerekir. Gökçeada, tam da bu noktada bir laboratuvar gibidir; hem coğrafi hem de sosyopolitik bir sınır alanı. Burada doğa, devlet, vatandaş ve kimlik iç içe geçer; iktidar ilişkileri yalnızca merkezden değil, adanın kendisinden de şekillenir.
Bir Mekân Olarak Gökçeada: Sınırların İçinde Bir Özerklik Arayışı
Türkiye’nin en batısındaki bu ada, tarih boyunca farklı iktidar biçimlerinin gölgesinde kalmıştır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Rum mirasından günümüz turizm ekonomisine kadar her dönem kendi kurumsal düzenini Gökçeada’ya taşımıştır. Ancak adanın coğrafi uzaklığı, merkezi otoritenin etkisini zaman zaman gevşetmiştir. Bu durum, Gökçeada’yı bir tür mikro devlet-toplum ilişkisi modeli haline getirir. Adada yaşayan bireyler, devlete hem bağlı hem mesafelidir; bu da vatandaşlık bilincini kendine özgü bir şekilde şekillendirir.
Peki, bir ada halkı merkeze ne kadar yakın hissedebilir? Ya da uzaklık, iktidarın yeniden tanımlanmasına yol açabilir mi?
İktidar ve Kurumlar: Sessiz Otoriteler, Görünmez Düzenler
Gökçeada’da iktidar, yalnızca resmi kurumlarda değil, gündelik hayatın içinde hissedilir. Belediye, kaymakamlık ya da jandarma gibi yapılar elbette görünür güç odaklarıdır; ancak adada toplumsal normlar ve yerel ağlar da kendi iktidar mekanizmalarını üretir. Balıkçı kooperatifleri, kadın üretim kolektifleri ya da dini cemaatler; her biri iktidarın farklı yüzlerini temsil eder. Bu anlamda Gökçeada, kurumsal iktidarın yanında “sosyal iktidarın” da canlı bir örneğidir.
Adadaki erkekler, tarihsel olarak üretim, ekonomi ve siyaset sahnesinde daha fazla görünürdür. Onların güç anlayışı genellikle stratejik, çıkar odaklı ve yer yer hiyerarşiktir. Ancak kadınlar —özellikle son yıllarda gelişen tarımsal girişimler ve sosyal dayanışma ağlarıyla— adadaki demokratik katılımın simgesi haline gelmiştir. Kadınlar, güç arayışını değil, paylaşımı ve etkileşimi önceleyen bir siyaset üretirler. Bu, Gökçeada’da iktidarın biçimini dönüştürmektedir.
İdeoloji ve Kimlik: Adalı Olmanın Politikası
Gökçeada’da kimlik, yalnızca etnik veya kültürel bir kategori değildir; aynı zamanda bir politik pozisyondur. “Adalı olmak”, merkeze karşı bir özerklik talebidir. Bu kimlik, devletin ideolojik çerçevesine tamamen sığmaz. Rum kökenli vatandaşlar, çevreci gençler, yerli üreticiler ve kentten gelen yeni yerleşimciler arasında oluşan gerilim, aslında modern Türkiye’nin kimlik mücadelesinin minyatür bir örneğidir. Burada ideoloji, yalnızca söylem değil, yaşam biçimidir.
Peki, bir kimlik aynı anda hem yerel hem ulusal olabilir mi? Yoksa ada, bu ikiliği aşarak yeni bir vatandaşlık biçimi mi yaratıyor?
Vatandaşlık ve Katılım: Demokratik Bir Mikrokosmos
Gökçeada’nın toplumsal yapısında, katılım biçimleri devletin çizdiği sınırların ötesine geçer. Yerel inisiyatifler, üretim ağları ve çevre hareketleri; yurttaşlığın yalnızca oy vermekle sınırlı olmadığını hatırlatır. Adadaki kadın üretici pazarları, gençlerin kurduğu ekolojik dernekler ya da kolektif turizm projeleri, yeni bir vatandaşlık bilincinin habercisidir.
Bu katılım biçimleri, merkezi otoritenin paternalist yapısına karşı bir “mikro direniş” olarak da okunabilir. Gökçeada’da yurttaş, pasif bir özne değil; kendi yaşam alanını dönüştüren aktif bir aktördür. Bu durum, siyaset bilimi açısından oldukça çarpıcıdır: iktidarın meşruiyeti yalnızca devletin değil, toplumun katılım kapasitesiyle ölçülür.
Sonuç: Gökçeada, Gücün Yeniden Yazıldığı Bir Ada
Gökçeada’yı yalnızca bir turizm destinasyonu olarak görmek, onu eksik okumaktır. Bu ada, Türkiye’nin siyasal haritasında küçük ama derin bir çatlaktır; güç, kimlik, ideoloji ve vatandaşlık arasındaki geçişkenliği gösteren canlı bir örnektir. Burada iktidar yalnızca yukarıdan değil, aşağıdan da kurulur. Kadınların kolektif emeği, erkeklerin stratejik bakışı, devletin denetimi ve bireylerin sessiz direnişi; hepsi birlikte Gökçeada’nın siyasal dokusunu örer.
Şimdi şu soruyu sormak gerekir: Gökçeada bir ada mı, yoksa Türkiye’nin gelecekteki demokratik deneylerinin öncülü mü?